19 Temmuz 2014 Cumartesi

FATİH İN İSTANBULU

Peygamber efendimimiz şöyle buyurmuşlardır.'KOSTANTİNEYİ FETHEDEN EMİR NE GÜZEL EMİR FETHEDEN ORDU NE GÜZEL ORDUDUR.'


Fatihe annesi istanbulu sen fethedeceksin der... ve o zaman Fatihimiz kararını vermiştir.İSTANBUL FETHEDİLECEK.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

İSTABULUN TARİHİ

İSTANBUL'UN TARİHİ

İSTANBUL TARİHİ
İstanbul,yerleşim tarihi 300 bin, kentsel tarihi yaklaşık 3 bin, başkentlik tarihi 1600 yıla kadar uzanan Avrupa ile Asya kıtalarının kesiştiği noktada bulunan bir dünya kentidir. Şehir çağlar boyunca farklı uygarlık ve kültürlere ev sahipliği yapmış, yüzyıllar boyu çeşitli din, dil ve ırktan insanların bir arada yaşadığı kozmopolit ve metropolit yapısını korumuş ve tarihsel süreçte eşsiz bir mozaik halini almıştır. Uzun zaman dilimleri boyunca her alanda merkez olmayı ve iktidarda kalmayı başaran dünyadaki ender yerleşim yerlerinden biri olan İstanbul geçmişten günümüze bir dünya başkentidir.
İstanbul'un tarihi ana hatlarıyla beş büyük döneme ayrılabilir: Tarih öncesi dönem, Byzantion dönemi, Konstantinopolis dönemi, Konstantiniyye dönemi ve İstanbul dönemi.
Tarih öncesi dönem (M.Ö. 3000-M.Ö. 667)
Küçükçekmece Gölü kenarında bulunan Yarımburgaz Mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlere rastlanmıştır. Bu dönemde gölün çevresinde Cilalı Taş Devri ve Bakır Çağı insanların yaşadığı sanılmaktadır.

İlk belirgin yerleşim sahipleri olarak Megaralıların insanı olarak kabul edilmektedir. Megaralılar, bugünkü Kadıköy'e yerleştiler ve "Khalkedon" adını verdiler. Ayrıca Kadıköy 'e bağlı Fikirtepe'de de çeşitli buluntular ortaya çıkmıştır. Elen Mitolojisi'ne göre Batum'a doğru yola çıkan 40 Yunanlı, İstanbul Boğazı'ndan geçerken, bugünkü Sarayburnu'nda karaya çıkmış, bulundukları yere, "Altın Boynuz" dedikleri Haliç'e ve Khalkedon'a yerleşmişlerdir.

Byzantion ve Bizans dönemi (M.Ö 667-M.S. 330)
İstanbul, bu dönemde adı Byzantion olan antik bir Yunan şehir devleti olarak kurulacak, kısa zamanda gelişip güçlenecek ve dönemin merkezi gücü Roma İmparatorluğu tarafından ele geçirilecektir. Romalilar tarafindan Byzantion, latinleştirilecek ve Byzantium olarak Roma İmparatorluğu'nun önemli şehirlerinden biri haline gelecek, adı değiştirilecek önce Byzantium sonra Augusta Antonina diye anılacaktır.
Antik Yunan Şehir Devleti Byzantion ve Antik Yunan Dönemi (M.Ö 667-M.Ö. 196)

Byzantion ve Konstantinopolis
Byzantion ve 0ligarşi dönemi (M.Ö. 667-M.Ö. 476)

Bugünkü İstanbul'un temelleri M.Ö. 7. yüzyılda atılmıştır. "Byzantion" şehri Megaralılar tarafından M.Ö. 667'de tarihi yarımadanın doğusunda Sarayburnu civarında kurulmuştur. Byzantion uzun süre şehir devlet yapısı göstermiştir. M.Ö. 478'de Byzantion Spartalı Pausanlılar tarafından ele geçirilmiştir.Ancak yönetimde sadece 2 yıl kalacaktır.

Byzantion ve demokrasi dönemi (M.Ö. 476-M.Ö. 196)

Byzantion Spartalı Pausanlıların yönetiminde ancak iki yıl kalabilmiş, sonra Pausanlılar şehrin halkı tarafından kovulmuşlardır. Böylece M.Ö. 476'dan itibaren Byzantion demokrasiyi yönetim biçimi olarak belirlemiştir. Uzun süre şehir devlet yapısı gösteren Byzantion, stratejik konumuna borçlu olduğu ekonomik gelişme sayesinde tüm antik Yunan bölgesine müdahale edebilen bir güç olmuştur.

Roma şehri Byzantion ve Roma dönemi (M.Ö. 196-M.S. 330)

Byzantion ve Roma Dönemi (M.Ö. 196- M.S. 1. yüzyıl)

M.Ö. 196'da Byzantion Roma İmparatorluğu'nun hakimiyeti altına girer. Byzantion Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından Roma İmparatorluğu'na Roma Bağımsızlık Bildirgesi'yle dahil edilmiştir. Şehir Roma İmparatoru Vespasian tarafından 1. yüzyılda imparatorluğa sağlam bir şekilde bağlı kalması için latinleştirilir.

Byzantium ve Roma dönemi (1. yüzyıl-3. yüzyıl)

Byzantion İmparator Vespasian döneminde hızlı bir Latinleştirme politikasına tabi tutulur, adı Latince Byzantium olur ve Roma İmaparatorluğu'na tam bağlı önemli bir vilayet haline gelir. 196'da Byzantion Pers İmparatoru Pescennius ile anlaştığı için Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından cezalandırılır ve şehir büyük zarar görür. Şehir sonra yine Septimius Severus tarafından baştan başa tekrar inşa edilir.

Augusta Antonina ve Roma dönemi (3.yüzyıl-330)
Augusta Antonina adı baştan başa yeniden inşa edilmiş ve düzenlenmiş şehre İmparator Septimius Severus (193-211)tarafından, oğlu Antonius'un şerefine verilmiştir. 3. yüzyılda bu ad kullanılmıştır. 330 yılında Byzantion I. Konstantin tarafından Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan edilir.

Konstantinopolis ve Bizans İmparatorluğu dönemi (330-1453)



Bizans İmparatorluğu'nda İstanbul, Konstantinopolis
İstanbul'un bu dönemde adı Konstantinopolis olarak değişecek, önce Roma İmparatorluğu'nun sonra Bizans İmparatorluğu'nun başkentliğini yapacaktır. Bizans başkenti Konstantinopolis yaklaşık 1000 yıl boyunca Orta Doğu'ya hakim bir şehir konumuna yükselecektir.

Roma başkenti Konstantinopolis ve geç Roma dönemi (330-395)
İstanbul'un başkentlik tarihi Roma İmparatorluğunun Doğu-Batı ayrışmasından 65 yıl önce başlamıştır. Byzantion 330 yılında İmparator Büyük Konstantin'in isteğiyle 'Nova Roma (Yeni Roma)' olarak Roma İmparatorluğu'nun başkenti yapılır, kentin ismi imparatorun ölümünden sonra onun anısına Byzantium'dan Konstantinopolis'e çevrilir. Roma'nın istilası ve yıkılmasıyla onun yerine geçen Konstantinopolis, 395'de ikiye bölünen Roma İmparatorluğu'nun ardılı devlet Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olur.

Bizans başkenti Konstantinopolis ve Bizans İmparatorluğu dönemi (395-1204)


Konstantinopolis, önce Doğu Roma İmparatorluğu adıyla kurulan ve Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra zamanla adı Bizans İmparatorluğu'na dönüşen devletin de 395'de başkenti olmuştur. Konstantinopolis erken ortaçağda da dünyanın en parlak ve zengin şehridir.

Latin başkenti Konstantinopolis ve Latin İmparatorluğu dönemi (1204-1261)

1204-1261 yılları arasında Latinlerin işgaline uğrayan Konstantinopolis Latin İmparatorluğu'nun başkenti haline gelmiştir.

Bizans başkenti Konstantinopolis ve geç Bizans İmparatorluğu dönemi (1261-1453)


Latin egemenliğinden sonra Konstantinopolis daha sonra tekrar 1453'e kadar Bizans İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur.bu döneme kostantinopolistik denir

Konstantiniyye ve Osmanlı İmparatorluğu dönemi (1453-1922)

İstanbul bu dönemde büyük bir cihan imparatorluğunun başkenti olacak, üç kıtada yayılan toprakları 400 yıldan uzun süre hakimiyetinde bulunduracaktır.

  • Kentin 29 Mayıs 1453'te II. Mehmed tarafından fethedilmesinden sonra Osmanlı dönemi başlar.
  • Müslümanlarca Konstantiniyye olarak adlandırılan şehri, Rumlar Yunanca "??? ??? ????(?)" (/is tin boli/) yani "şehir'e" olarak kullanmışlardır. Osmanlı'da da bu ismi Istanbul olarak sıkça kullanılmıştır. Ruslar ise şehre Çarigrad (Çarın şehri) adını kullanmışlar. Şehrin Balkanlar'daki adı Stambul olmuştur.
  • 13 Kasım 1918 tarihinde İtilaf devletleri tarafından işgal edilen şehir, 6 Ekim 1923 tarihinde Türk ordusunun şehre girmesiyle sona ermiştir.

Türkiye Cumhuriyeti dönemi (1923-)
Modern İstanbul
  • 13 Ekim 1923'te Ankara'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti ilan edilmesiyle İstanbul, M.S. 330'dan beri sürdürdüğü başkentlik özelliğini kaybetmiştir.
  • 28 Mart 1930'da Konstantinopolis (Konstantiniyye) adı tamamen yürürlükten kaldırılmış ve şehrin resmi adı İstanbul olmuştur.

1 Mayıs 2014 Perşembe

ANADOLU HİSARI MÜZESİ

Boğazın Anadolu yakasında, Göksu Deresinin denize döküldüğü yerde, adını hisardan alan semtte bulunmaktadır. Bu hisar, Osmanlılarca Boğazda yapılan ve geçişleri kontrol altına almayı hedefleyen ilk hisardır. İstanbulu fethetmek isteyen ve kuşatan Sultan Yıldırım Beyazıt tarafından, Karadenizden Bizansa gelecek yardımlara engel olmak için 1394te yaptırılmıştır. Bu yapıya II. Mehmed (Fatih) Devrinde "Hisarpeçe", depo ve bazı ikametgah amaçlı yapılar eklenmiştir. 1928 yılında Kandilli Belediyesi tarafından bazı küçük onarımlar yapılmıştır. 1991-1993 yılları arasında Kültür Bakanlığı tarafından bazı onarımlar yapılmıştır. Bugün Anadoluhisarı, Beykoz Belediyesi sınırları içinde yer almaktadır. Hisarda taşınır kültür varlığı bulunmamaktadır.

AYNALI KAVAK KASRI

Üç yüzyıl boyunca Haliç kıyılarını süsleyen ve günümüzde Aynalıkavak Kasrı adıyla tanınan yapı, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde “Ayanalıkavak Sarayı” ya da “Tersane Sarayı” olarak bilinen yapılar grubundan günümüze ulaşabilen tek örnektir.
İstanbul’u tanıtan tarihsel kaynaklardan, yörenin Bizans Döneminde de imparatorlara ait bir dinlenme yeri olduğu anlaşılmaktadır. Haliç kıyılarından Okmeydanı ve Kasımpaşa sırtlarına doğru gelişen bu büyük bağ ve koruya; İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet’ten başlayarak padişahlar da ilgi göstermiş ve Osmanlı İmparatorluk Tersanesi’nin Kasımpaşa’da kurulup gelişmeye başlamasıyla birlikte yöreye “Tersane Has Bahçesi” adı verilmiştir.
Buradaki yapılaşmaların tarihi, Sultan I. Ahmed Dönemine (1603-1617) dek inmektedir. Tarihsel süreç içinde çeşitli padişahların yaptırdığı kasırlarla gelişen ve “Tersane Sarayı” olarak anılan bu yapılar topluluğu; 17. yüzyıldan başlayarak “Aynalıkavak Sarayı” olarak da adlandırılmıştır.
Saray bütünü içinde yer alan ve Sultan III. Ahmed Döneminde (1703-1730) yaptırıldığı sanılan Aynalıkavak Kasrı, Sultan III. Selim Döneminde (1789-1807) yeniden düzenlenmiş ve bugünkü görünümünü kazanmıştır. Yapı; Divanhanesi, Beste Odası ve bu mekânların pencerelerini dolanan Yesarî’nin talik hattı ile yazılmış, Kasrı ve III. Selim’i öven, dönemin tanınmış şairleri Şeyh Galib ve Enderunî Fazıl’a ait şiirleriyle 18. yüzyıl mimarlık örnekleri arasında özel bir yer almaktadır.
Deniz cephesinde iki, kara cephesinde tek katlı kütlesiyle Osmanlı klasik mimarlığının son ve ilginç yapılarından biri olan Kasır; süsleme açısından da çağının beğenisini yansıtmakta, özellikle besteci Sultan III. Selim Dönemi kültürünün pek çok öğesini bünyesinde barındırmaktadır. Öyle ki, bu kültürün başlıca simgeleri olan sedir ve sedirimsi kanepe, mangal kandil gibi mobilyalarla döşeli olan odalar, bugün yok olmuş bir yaşam biçiminin görünümlerini sergilemektedir. Günümüzde bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulan Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katı, Sultan III. Selim’in besteci özelliği de göz önünde tutularak, Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan görsel kaynaklar ve kimi kurum ve kişilerin armağan ettiği çalgıların bir araya getirilmesiyle “Türk Çalgıları Sergisi” mekânına dönüştürülmüştür. Kasrın bahçesindeyse, özellikle yaz aylarında konuklara yönelik kafeterya hizmetleri, klasik Türk Sanat Müziği örneklerinin seslendirildiği Aynalıkavak Konserleri ile ulusal ve uluslararası nitelikte resepsiyonlar verilmektedir.

YILDIZ SARAYI

Yıldız Sarayı, ilk kez Sultan III. Selim'in (1789-1807) annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış,[1] özellikle Osmanlı padişahı II. Abdülhamit (1876-1909) süresinde Osmanlı Devletinin ana sarayı olarak kullanılmış olan saray. Günümüzde Beşiktaşİlçesi’nde yer alır. Dolmabahçe Sarayı gibi tek bir yapı halinde değil, Marmara denizi sahilinden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür.
Bu bölge Kanuni döneminden (1520-1566) başlayarak padişahlar için bir avlanma yeri olmuştur. Saray arazisi ile ne oranda örtüştüğü kesin olarak bilinmese de "Civan Kapucıbaşı Bahçesi", "Kazancıoğlu Bahçesi" adını taşıyan bahçe ve koruluklar büyük olasılıkla Yıldız Sarayı arazisini de içermekteydi. Bu bahçeler I. Ahmed döneminde (1603-1617) padişah bahçeleri arasına katıldı.
Bundan sonra bölgeye değişik zamanlarda, gereksinim oldukça birçok yapı eklenmiştir. Devrinin en özenle yapılmış yapıları arasında sayılabilecek olan bu yerler, burayı yapı bakımından bir yaşam alanı haline getirmiştir.
II. Abdülhamit'in 1876'da iki devrime sahne olan Dolmabahçe Sarayı'nı duygusal nedenlerle terkederek daha korunaklı olan Yıldız'a çekildiği anlatılır. Bu dönemde Yıldız siyasi yönetimin ana odağı haline gelmiş, hükümet biriminin bulunduğu ve Tanzimat döneminde siyasi yaşamın asıl eksenini oluşturanBab-ı Ali'yi gölgede bırakmıştır. 1882'de Mithat Paşa ve Mahmut Celaleddin Paşa'nın idamını buyruk eden saray mahkemesi Yıldız Sarayında gerçekleşmiş ve bu nedenle Yıldız Mahkemesi adını kazanmıştır. Bu tarihten sonra Yıldız Sarayı, II. Abdülhamit'in yönetimine istinaden bir korku ve dalavere merkezi olarak ünlenmiş, ve bir dönem "yıldız" sözcüğünün Osmanlı basınında kullanımı, siyasi çağrışımları olabileceği gerekçesiyle, II. Abdülhamit'in sansür idaresi tarafından engellenmiştir. Sultan Abdülhamit'in 1909 yılında 31 Mart Vakası'ndan sonra tahttan indirilmesi üzerine saray bir halk kalabalığı tarafından yağmalanmış ve kısmen yakılmıştır. Bu yağmalama eylemi sırasında, Abdülhamit'e bildiri vermiş veya polis ajanı olarak çalışmış olan kişilerin kendilerine ait belgeleri arayarak yoketmeye çalıştıkları anlatılır.

19 Nisan 2014 Cumartesi

YILDIZ CAMİ

Yıldız Sarayı İstanbul‘daki en ünlü yapılardan biridir.  Tarih boyunca bir çok önemli olaya tanıklık etmiştir. Sultan II. Abdulhamid’in gözde mekanı olan bu saray Teşkilat-ı Mahsusa’nın temellerinin atıldığı yerdir. Teşkilat-ı Mahsusa Osmanlı döneminde kurulmuş istihbarat örgütüdür. Bu gün MİT tarihini bu dönemden başlatmaktadır. Sultan Vahdettin ülkedeki son gecesini bu sarayda geçirmiştir. Sultan Abdulaziz bu sarayda hapsedilmiştir.

Yıldız Sarayı Osmanlı’nın son dönemlerindeki pek çok olaya tanıklık eden büyük bir tarihi eserdir. Beşiktaş İlçesinde bulunur. Kanuni Sultan Süleyman döneminden beri burası padişahların uğrak yeridir. Buradaki ilk padişah konutu av mevsimleri için Sultan I.Ahmed tarafından yapılmıştır. Aradan geçen yıllarda hemen her padişah buraya kendisinden bir şey katmış ve yapı bu günkü halini almıştır.

Yıldız Sarayı içinde pek çok atölye bulunur. Ayrıca tiyatro sahnesi, müzik gereçleri, çeşitli kültür sanat eserleri de saray içinde muhafaza edilmektedir. Bu eserlerin çoğu da Sultan II.Abdulhamid tarafından yaptırılmıştır.


Yıldız Sarayı uzun bir dönem Erkan-ı Harbiye yani Genelkurmay Başkanlığı binası olmuştur. Buradan Osmanlı’nın son dönemindeki pek çok savaşın yönetildiği bilinmektedir. Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın da burada bir odası bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde de uzun bir süre burası askeri tesis olarak kullanılmıştır. 1978 yılında Kültür Bakanlığı’na devredilen eserler arasındadır. Bu tarihten 26 yıl sonra yani 1994 yılında burada müze çalışmaları yapılmıştır. Yıldız Sarayı irili ufaklı pek çok yapıyla birlikte on ana bölmeden oluşur. Bunlar Büyük Mabeyn Köşkü, Küçük Mabeyn Köşkü, Sultan II.Abdulhamid’in Özel Hamamı, Sahne Sanatları Müzesi, Art Nouveau Seksiyonu, Ada Köşkü, Cihannuma Köşkü, Yıldız Sarayı Müzesi, Yıldız Sarayı Tiyatrosu bölümleridir. Kuşkusuz bunlar içinde en fazla dikkat çeken bölümler arasında Art Nouveau bölümü sayılabilir. Bu Avrupa’da 1800′l yıllarda yayılan bir sanat akımıdır. Sultan II.Abdulhamid döneminde Osmanlı’da da kendini göstermiştir.

YENİ CAMİ

Yeni Cami Eminönü’nün göründüğü her yerdeki muhteşem siluetin asıl unsurları arasında sayılır. İstanbul‘un en güzel yerlerinden birinde konumlanmış bu güzel yapı aynı yüzlerce yıllık imparatorluk tarihinin mimari açıdan bir aynası gibidir. Yapımı tam 74 yıl süren bu cami aynı zamanda Osmanlı’nın en uzun sürede inşa edilen camisidir.

Yeni Cami’nin temeli 1589 yılında açılmıştır. Diğer adı Valide Sultan Camii olan bu yapı III. Murat’ın karısına ithaf edilmiştir. Dönemin ünlü mimarı Mimar Sinan’ın parlak öğrencisi Davut Ağa tarafından başlanan yapım çalışmaları bir süre sonra kesintiye uğramış, yapının tamamlanış ve açılış tarihi 1663 yılına rastlamıştır. Bu süre içinde yapıya pek çok mimar imza atmıştır.


 

ORTAKÖY CAMİ

Ortaköy Cami, ya da gerçek adıyla Büyük Mecidiye Camii Osmanlı İmparatorluğu döneminden miras kalan 19. yüzyıl eserleri arasında yer alır. İnşası 1854 yılında tamamlanan yapı, o günden bu yana sadece temelinin denize doğru ilerlemesi gibi büyük bir tehlike geçirmiştir. Buna karşı temel kalaslarla güçlendirilmiş ve denize doğru ilerlemesinin önüne geçilmiştir. Günümüzde İstanbul‘un en ünlü camileri arasında yer alır. Ortaköy Cami bu gün bulunduğu yerde ilk olarak Mahmut Ağa ismindeki bir vezir damadı tarafından inşa edilmiştir. Patrona Halil ayaklanmasında bu dönemde inşa edilen yapının yıkıldığı bilinir. Sultan Abdulmecid bu camiyi tekrar inşa ettirmiş, manzarası ve işçiliğiyle doğunun ve batının en iyi camileri arasına sokmuştur. Yapıda zarafet, tasarım, mimari, emek ve daha sayılamayan pek çok güzellik hayat bulur. Kendisi de iyi bir hattat olan Abdulmecid caminin tek kubbesinde yer alan Allah, Muhammed ve Dört Halife isimlerini hat sanatıyla yazmıştır.

Ortaköy Cami dönemin ünlü mimarı Nigoğos Balyan’a yaptırılmıştır. Bu mimarın babasıyla birlikte dönemin en ünlü eserlerine imza attığı bilinmektedir. Yapı dönemin moda mimarisi olan Barok tarzla inşa edilmiştir. Duvarları beyaz taştan yapılan caminin gün batımında Boğaziçi civarlarındaki silueti tüm dünyada hayranlık uyandırmaktadır. Dört yanındaki pencereler daima güneş ışığı alacak biçimde tasarlanmıştır

.

Ortaköy Cami minareleriyle estetik kazanan bir yapıdır. Kuşkusuz estetik yanı sadece minareleriyle kısıtlı değildir. Gerek Boğaziçi’ndeki konumu, kubbe ve dış cephe dizaynı estetik unsurlarını oluşturan diğer özellikleri arasındadır. Ancak minareler dönemin pek çok camisinden ayrılan bir biçimde minare tasarımına sahiptir. Minareler tek şerefeli olarak inşa edilmiştir. Caminin iki minaresi de Kuzey yönündedir. İnce ve uzun bir biçimde kırılgan görünümle iki yandan yükselen minareler caminin zarafetini daha da arttırmaktadır.

Ortaköy Cami’nin kubbesi pembe taştan yapılmıştır. Yapının dönemin diğer eserlerinin aksine tek kubbeli inşası o döneme göre yaratıcı bir fikirdir. Ayasofya ve Sultan Ahmet gibi iki dev eser başta olmak üzere Osmanlı mimarisine damga vuran pek çok eserin karakteristik özellikleri pek çok yapıda kendini gösterse de Büyük Mecidiye Camii hepsinden ayrı bir karakterdedir.


Ortaköy Cami iki bölümden oluşur. İlki padişah ve çevresi için yapılmış Hünkar kısmıdır. İkincisi ise diğer kişiler için yapılmış kamuya açık Harim kısmıdır. Hünkar kısmı yapıda üst tarafta yer alır. Harim giriş seviyesindedir. Bu inşa tarzı sultanlar tarafından inşa edilmiş tüm camiler için geçerli bir tarzıdır. Kategorik olarak bu tarz camilere sultanlar camileri anlamına gelen Selatin camileri denilir.

26 Mart 2014 Çarşamba

KARİYE MÜZESİ

Kariye Müzesi İstanbul'da Karagümrük semtinde Edirnekapı bölümünde bulunan müzedir. Bizans döneminde kilise, fetihten sonra ise cami olarak kullanılmış tarihi bir yapıdır.


ÇEKMEKÖY

Çekmeköy, İstanbul'un Anadolu Yakası'nda yer alan bir ilçesi. Önceleri Ümraniye'ye bağlı bir belediye olan Çekmeköy, 2009'da Ömerli, Alemdağve Taşdelen ilk kademe belediyelerinin tüzel kişiliklerinin sona ermesi ve bu belediyelere bağlı 17 mahalle ile 5 köyün katılmasıyla oluştu. 148,08 kilometrekarelik alanda 135.603 kişinin yaşadığı Çekmeköy'de nüfus, ilçe olmadan önce 75.423 iken 1990'da 13.523, 2000'de 37.502, 2007'de 70.683 olarak sayılmıştır.

İlçenin kuzeybatısında Beykoz, kuzeydoğusunda Şile, güneybatısında Ümraniye, güneydoğusunda ise Sancaktepe yer almaktadır.


 

YERBATAN SARNICI

Yerebatan Sarnıcı M.S. 542 yılından beri insanlarda merak uyandıran bir Bizans eseridir. İstanbul‘daki en en turistik noktaların başında gelir. Büyük Saray’ın ve şehir halkının su ihtiyacını karşılamak için yapılan bu yapı sarnıçtan çok gizli bir mabedi andırmaktadır. Bu dev sarnıç öyle gösterişlidir ki dönemin halkı tarafından “Yerebatan Sarayı” olarak adlandırılmıştır. Buranın adının yabancı kaynaklarda “Basilika” olarak geçmesinin nedeni tam olarak bilinmiyor. Tahminlere göre çevresinde bulunan bir basilikadan dolayı bu ismi aldığı düşünülüyor.


Yerebatan Sarnıcı’nın hala aynı etkileyiciliğini korumasında dönem dönem yapılan yenileme ve düzenleme çalışmalarının etkisi büyüktür. Yapı bugüne gelene kadar dört defa restore edildi. İlk düzenlemeyi Osmanlı Padişahı III. Ahmet yaptırmıştır. Osmanlı döneminde tarihi yapıyla ilgilenen diğer padişah ise II. Abdülhamit’tir. Cumhuriyet döneminde ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 1987 ve 1994 yılında yaptığı çalışmalarla sarnıç ziyaretçilerini ağırlamaya hazır hale getirilmiştir. Bugün yapı; sadece görülecek tarihi bir yer olarak değil, içinde değişik etkinlikler düzenlenen kültürel bir mekan olma özelliğini de taşıyor.

Yerebatan Sarnıcı

PANORAMA 1453 TARİH MÜZESİ

Panorama 1453 Tarih Müzesi İstanbul‘un fethinin üzerinden 555 yıl geçtikten sonra açılması planlanmış, ancak açılışında yaşanan gecikme dolayısıyla 556 yıl sonra açılmış modern bir müzedir. Alışılan müzelerden farklı olarak burada tarihi eserler sergilenmemekte, tarihin bir kesiti çizim ve canlandırma yardımıyla sergilenmektedir. Sergilenen kesit İstanbul’un fethidir.

Panorama 1453 Tarih Müzesi tarihsel olarak da anlamlı bir yerde kurulmuştur. Kurulduğu bölge Topkapı Parkı içidir. İstanbul’un fethi için yaşanan büyük savaşta Osmanlı orduları burada ağır kayıplar vermiş, Bizans bu surlar içinde günlerce direnmiştir. Gemileri karadan yürüten irade burada da kendini göstermiş, yaşanan bütün zorluklara rağmen İstanbul fethedilmiştir. İşte müze tam da bu zorlukların öyküsünü destansı bir biçimde anlatmaktadır.


 Panorama 1453 Tarih Müzesi

ANADOLU HİSARI

Anadolu Hisarı İstanbul‘un fethi için büyük çaba harcamış Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezit tarafından inşa edilmiştir. Boğazın Anadolu yakasında, bulunduğu bölgeye adını veren bir hisardır. Kurulduğu alan Rumeli Hisarı’nın yaklaşık dörtte biri büyüklüğündedir. Yaklaşık 7 bin metrekare büyüklüğündeki bu alan İstanbul Boğazı’nın hakim bir noktasında bulunmaktadır. Padişahın İstanbul kuşatması sırasında askeri taktik amacıyla hazırladığı bu hisar kuşatmada kuzey yönünden gelecek tehlikeleri bertaraf etmiştir.

Anadolu Hisarı ve Rumeli Hisarı isimli iki kalenin de inşa amacı aynıdır. Hem Karadeniz bölgesi üzerinden gelecek tehlikeleri ortadan kaldırarak boğaz hakimiyetini sağlamak hem de Bizans’ın ortadan kaldırılmasını sağlamak gibi iki amaca hizmet eden bu yapılar tarihsel misyonlarını fetihle sonlandırmışlardır. Fetihten sonra sadece boğaz kontrol merkezleri olarak kullanılmış, birer gümrük merkezi gibi işlemiştir. Cumhuriyet tarihinde de bu hisarlar sadece turizm değeri için muhafaza edilmiştir.

Anadolu Hisarı‘nın yapılış tarihi Rumeli Hisarı’ndan 57 yıl önceye dayanır. İnşa tarihi tarihçiler tarafından 1395 olarak belirlenmiştir. Yapımında Bizans eserlerinin artığı taşlar kullanılmıştır. Hisar iç içe iki kaleden oluşmaktadır. Bu tarz inşaat Ortaçağ döneminin şato, kale ve kule inşaatlarında esastır. Havan topu gibi bir askeri icat olmadığı için savunma bu şekilde daha kolay olmakta, savunma güçleri daha uzun direnmekteydi. Bu yüzden iç kale ile dış kale arasında bir kapı yapılmamış, bağlantı kaldırılabilir bir köprü aracılığıyla sağlanmıştır.


 

RUMELİ HİSARI

  Rumeli Hisarı Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul‘da inşa edilen ve savaş amaçlı kullanılan küçük bir kaledir. 30 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulan bu yapı İstanbul’un fethi sırasında askeri manevra yeteneğini arttırıcı bir etki yapmıştır. Fatih’in askeri taktik ve stratejisinin bir ürünü olan yapı İstanbul’un fethini mümkün kılan bir kaç eserden biridir.

Rumeli Hisarı ve Anadolu Hisarı karşı karşıya bulunur. Her ikisinin temsil ettiği askeri özellikler her iki yakanın da Osmanlı hakimiyeti altına geçmesiyle işlevsiz kılınsa da yapıların tarihsel önemi bitmemiştir. Rumeli Hisarı Avrupa yakasında, Sarıyer kıyısında bulunur. Anadolu Hisarı ile arasında 850 metre bulunur. Bu özelliğiyle Boğaz’ın en dar alanında kurulduğu bilim insanları tarafından ifade edilmektedir.

Rumeli Hisarı savaş gayesiyle dört ayda inşa edilen büyük bir eserdir. Askeri yönü daha çok anlatılsa da yapının sanatsal bir eser olduğu gerçeği de gözardı edilmemelidir. Bu gün yapı askeri, tarihi ve turistik bir değer olarak topraklarımızda bulunmakta ve büyük bir ziyaretçi kitlesine hitap etmektedir. Tarihçilere göre hisar inşasında dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmet bizzat koordinatör olarak çalışmıştır. Bu yanıyla da zamanının ruhunu anlatan bir şaheser olma özelliğindedir.


 

24 Mart 2014 Pazartesi

ÇAMLICA

. Çamlıca Tepesi İstanbul‘un en yüksek iki tepesine verilen isimdir. Çamlıca Tepesi ismi genel olarak Büyük Çamlıca Tepesi için kullanılmaktadır. Ancak Küçük Çamlıca Tepesi de bu tepenin güneyinde yer alan ve yaklaşık 44 metre daha aşağı bir seviyede yer alan bir tepedir. Büyük Çamlıca Tepesi 262 metre, Küçük Çamlıca Tepesi 228 metredir. İstanbullular genelde büyük tepeye rağbet etmiş, küçük tepe doğal haline daha yakın kalmıştır.

Çamlıca Tepesi bu gün içinde Sosyal Tesis, park ve restaurantın bulunduğu geniş bir kompleksi ifade eder. Burası doğal yüksekliği dolayısıyla GSM vericileri ve radyo frekans yayıcıları için de tercih edilen bir bölgedir. Ancak bu dev direklerin kuşkusuz bölgenin estetik yapısına zarar veren biçimleri bulunmaktadır.

Çamlıca Tepesi Osmanlı döneminde de rağbet gören bir yerdir. Çeşitli divan şiirlerine konu olmuş, şarkılarda sıkça adı geçirilmiş, aşıkların mekanı olarak nam salmıştır. Hatta cumhuriyet döneminde de bu tepede pek çok şairin İstanbul şiirleri yazdığı bilinmektedir. Manzarası ve havasıyla kuşkusuz herkesi etkileyen ve neredeyse tüm ziyaretçilerinin şiir heveslerini kabartan bu tepede gelin ve damatların da fotoğraf çektirmek için uğraması adettendir.


Çamlıca Tepesi İstanbul’un yedi tepesinden biridir. Ancak belki de tüm İstanbul’u seyretmenin zevkine vardıran en güzel ve en büyük tepedir. Buradan İstanbul seyredilmeden İstanbul gezisi asla tamamlanmamalıdır. Bölgenin bilinen tarihinde padişahların da bu bölgede ikamet ettiği bilinmekte, hatta IV. Murat’ın burada Bağ-ı Cihan Kasrı’nı yaptırdığı belirtilmektedir.

KADIKÖY

İlçenin eski adı olan Kalkedonya'nın körlerin yeri anlamına geldiği sanılmaktadır. İstanbul'un kuruluşuyla ilgili mitte bu isim yer almaktadır. Yer değiştiren bir kavim yeni yerleşimlerine nasıl ulaşacaklarını öğrenmek için bir kahine danışır. Kahin kavimdekilere körlerin ülkesinin karşısına yerleşmelerini söyler. Bu günkü İstanbul'a ulaşan kavim bulundukları taraf boş iken karşı kıyıda bir yerleşim olduğunu farkeder. Bulundukları yerin avantaj ve güzelliklerini farkedemeyen karşı kıyıdaki insanların ancak kör olabileceklerini iddia edip İstanbul'a yerleşirler. Böylece bugünkü Kadıköy yöresindeki yerleşim körlerin yeri anlamındaki Kalkedon adını alır. İstanbul'un fethinden sonra Kalkedonya'nın yönetimi, II. Mehmed tarafından İstanbul kadısı Hızır Bey'e verildiği için, yerleşmenin Kadıköy adını aldığı sanılmaktadır.

FATİH

Konstantinopolis 1453'te Osmanlılar tarafından fethedildiğinde Ortodoks PatrikhanesiAyasofya'nın hemen yanında yer almaktaydı. Patrikhane fethi izleyen günlerde önce Havariyun Kilisesi'ne daha sonra da Fener'e taşındı.


Fatih Sultan Mehmet fethin onuncu yılında yıktırdığı Havariyun Kilisesi'nin yerine kendi adıyla anılan büyük bir külliye yaptırdı. Fatih Külliyesi'nin çevresinde zamanla bir Müslüman mahallesi ortaya çıktı. Külliyenin adıyla anılmaya başlayan bu mahalle hızla klasik bir Osmanlı-Türk şehri halini almış, Fatih semtine ve ilçesine adını vermiştir.

23 Mart 2014 Pazar

SULTAN AHMET CAMİ

                   

                         
Sultan Ahmet Camii
Sultan Ahmet Camii
Temel bilgiler
Yerİstanbul, Türkiye
İnançİslam
Mimari
Mimar(lar)Sedefkar Mehmet Ağa
Mimari türCami
Mimari biçimOsmanlı
İnşaat başlangıç tarihi1609
Tamamlanma tarihi1616
Özellikler
Uzunluk45 metre

SÜLEYMANİYE CAMİ RESİMLERİ


                                                                                                                             



AYASOFYA MÜZESİ

Ayasofya eski çağlarda bile dünyanın sekizinci harikası olarak kabul edilen bir mimaridir.İstanbul‘un en turistik yapılarından olan müze bu gün de en önemli müzelerin başını çekmektedir. Yapıldığı 360 yılından beri onca badire atlatan yapı birçok kez yenilenmiş ve bugüne kadar gelmiştir.

Dönemin tarihçisi Sokrates’in aktardığına göre ilk bina Artemis Tapınağı’nın kalıntıları üzerine kurulmuş ahşap bir yapı olarak inşa edilmiş. O dönem bölgenin en büyük kilisesi olarak adlandırılan bu yapı 404 yılında çıkan bir yangınla kül olmuş. Binanın ikinci inşasında yine ahşap bir çatı tercih edilse de duvarların taş olmasına dikkat edilmiş. İkinci bina da 532 yılında yakılmış.


22 Mart 2014 Cumartesi

EYÜP SULTAN CAMİ


Eyüp Sultan Cami kökleri Bizans dönemine kadar uzanan bir yerleşim yerine inşa edilmiştir. Rivayete göre burada sahabeden Eyüp el-Ensari’nin mezarı bulunmaktadır. Ancak tarihçiler bölgenin bizans döneminde de kutsal sayılan bir yer olduğunu belirtmektedirler. Osmanlı’nın İstanbul fethi sırasında fethin fikir öncüsü Akşemsettin rüyasında Eyüp Sultan’ın mezarının burada olduğunu görür. Ertesi gün gerekli çalışmalara yapılır ve bölgede bir mezara rastlanır. Mezar eski dönemlerde de kutsal sayıldığı için gerekli saygı gösterilerek inşa edilmiştir. Buna bağlı olarak da dönemin ilk İstanbul camisi mezarın bulunduğu yerde inşa edilir.

Eyüp Sultan Cami bölgede kimin mezarı olduğundan bağımsız bir şekilde önemli bir turizm merkezidir. Bu turizm hem inanç turizmi kategorisinde hem de tarihi turizm kategorisinde değerlendirilebilir. Her yıl Türkiye’nin ve dünyanın değişik yerlerinden gelen turistler burada inançlarına göre çeşitli ritüellerde bulunmaktadırlar. Bunların en önemlisi İslam inancına göre turbede yapılan dua ve camide kılınan ziyaret namazıdır.
Eyüp Sultan Cami İstanbul Avrupa yakasında Eyüp semtinde bulunur. Mimari olarak lk dönem Osmanlı mimarisi kapsamındadır. Camide Ayasofya gibi eserlerden çok fazla etkilenilmemiştir. Bu haliyle diğer Osmanlı camilerinden ayrılmaktadır. Cami bu günkü haline 1800′lü yıllarda kavuşmuş olmasına rağmen ilk dönem inşasına uygun bir şekilde yeniden inşa edildiği bilinmektedir. Cami kompleksi içinde bulunan turbede bir çeşme bulunmaktadır. Burada bulunan su zaman içinde kutsal sayılmaya başlanmıştır. Turbenin tek kubbesi bulunmaktadır. Dönemin diğer eserlerinin aksine sekiz köşeli inşası tarihçilerde şaşkınlığa sebep olmaktadır.
Eyüp Sultan Cami Osmanlı’nın her döneminden izler taşır. İlk inşa döneminde Fatih Sultan Mehmed ve dönemin düşünüş tarzını yansıtan cami sonraki dönemlerde de aynı şekilde izlerle beslenmiştir. Bunlar arasında cami içinde III. Selim dönemine ait Mevlevi sikkeleri ayrı bir önem taşımaktadır. Yıllar boyu pek çok şair yazar devlet adamı vasiyetinde buraya gömülmek istediğini belirtmiştir. Sokullu Mehmet Paşa, Beşir Fuad, Necip Fazıl, Fevzi Çakmak gibi pek çok ünlü şahsiyetin mezarı burada bulunmaktadır. Bu yanıyla da diğer turbe ve camilerden ayrılmaktadır.
Eyüp Sultan Cami Osmanlı tarihi açısından siyasal bir öneme de sahiptir. Padişahların taht törenleri, savaş hazırlıkları bu cami üzerinden ilan edilmektedir. Bu yanıyla yüzyıllarca siyasal bir üs görevi de görmüştür. Bu gelenek Fatih döneminde başlamıştır. Teokratik devlet düzeninin bir geleneği olarak şeyhulislam padişaha kılıcını törenle kuşandırır, padişah dini otoriteden devlet yönetimini devralırdı.

Eyüp Sultan Cami kuşkusuz ünlü Pierre Loti Kahvesi ile de anılmalıdır. İstanbul’un hakim tepeleri arasında sayılan bu yeşil ve güzel tepede bir çay veya kahve eşliğinde dünyanın en güzel şehirlerinden birini izlemek mümkündür. Normal dönemlerde tepenin en uç kısmındaki masalarda yer bulmak mümkün değildir. Burada oturabilmek için fazlasıyla çaba harcamak gerekir. Ancak eğer fırsat bulunmuşsa mutlaka buradan İstanbul izlenmelidir. Adını İstanbul aşığı şair ve yazardan alan bu tepe yıllar boyu bu isimle anılmıştır.

İSTANBUL PORANAMASI İLE İLGİLİ ŞİİR

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Güzelim bahar rüzgarında çiçek kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

OK MEYDANI

Okmeydanı, İstanbul'un Kağıthane ve Şişli ilçelerine bağlı bir semttir. Fatih Sultan Mehmet'in bu bölgede okçuluk müsabakaları için kurdurduğu ok meydanı ve okçuluk tekkesi nedeniyle bu ad verilmiştir. Yakın komşuluğundaki caddelerde uzun mesafelere atılan okların düştüğü yerleri belirlemek için dikilmiş menzil (nişan) taşları vardır. Okmeydanı semtinin tapuları Fatih Sultan Mehmet Vakfındadır. Bu nedenle zaman zaman Okmeydanı semtinin yıkılması söz konusu olmuştur. Vakıf zaman zaman yıkım için bölgeye gelmektedir. Ama yıkım şimdiye kadar gerçekleşmemiştir.

Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Şişli Kaptanpaşa Mahallesi'nde bulunmaktadır ancak adında geçen "Okmeydanı" kelimesinden ötürü, Hastane ve yakın çevresi de Okmeydanı diye bilinmektedir ancak resmi anlamda bir bağı yoktur. Türkiye'nin fiziki anlamda en iyi okullarından biri olan Beyoğlu Dilnihat Özyeğin Anadolu Lisesi,İ.T.O Anadolu Ticaret Meslek Lisesi,geçtiğimiz yıllarda hizmete açılan Cevdet Şamikoğlu İlköğretimokulu ve Cavit Çağlar İlkokulu, Hacı Bektaş-ı Veli cem evi alevi kültür merkezi',Cemal Kamacı Spor Kompleksi, Fuat Soylu İlk Ögretim Okulu,Tülin Manço İlköğretim Okulu,Hüseyin Avni Kurşun İlk öğretim Okulu,Osman Tevfik Yalman İlköğretim okulu, Halil Rıfat Pasa Lisesi gibi önemli yapıları barındırır. Özel Okmeydanı Hastanesi Özel Hastahaneleridir. Semtin Okmeydanı Fetih Spor isimli takımıda bulunmaktadır.Ayrıca 2008 yılında şampiyon olan Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Spor klübüde bulunmaktadır.

II.Abdülhamit döneminde yaşanan göç ve savaşlar nedeniyle, İstanbul’da kimsesiz, bakıma muhtaç kişilerin, çocuk ve yaşlıların barınması ve bakımı için Darülaceze müessesesi kurulmasına karar verilmiş, yer olarak da Okmeydanı seçilmiştir. Darülaceze, Okmeydanı’nda hala faaliyetine devam etmektedir.

1912 yılında İstanbul-Okmeydanı’nda Marconi tarafından bir Telsiz Verici İstasyonu kurulmuştur. Kurulan bu istasyonda 600-1000 metre dalga boyunda yayın yapabilen spark (şimşek) tipi vericiler kullanılmıştır.[1] Günümüzde bu istasyon bulunmamaktadır. Bu istasyon nedeniyle, mevki olarak, günümüzde ki Mahmut Şevket Paşa Mahallesi ve Darülaceze civarı “Telsiz altı” olarak adlandırılırdı.

Okmeydanı da kentleşmeden nasibini almıştır. Okmeydanı'nda her ne kadar çok fazla gecekondu bulunsa da, Mecidiyeköy'e yakınlığı gökdelenlerin artışına sebep olmuştur. Memorial Hastanesi ile İstanbul Adalet Sarayı buradadır.

Ayrıca, Okmeydanı'nda da lüks siteler bulunmaktadır. Middle-Ist konutları burada bulunmaktadır. (Bu konutlar adını, yaptıran firma Ortadoğu İnşaat'tan alır.)

HAYDAR PAŞA GARI

 Devrin Osmanlı padişahı II. Abdülhamit döneminde, 30 Mayıs 1906 tarihinde yapımına başlanmıştır. 19 Ağustos 1908 tarihinde tamamlanıp hizmete girmiştir. Bir rivayete göre binanın bulunduğu sahaya III. Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı verilmiştir. Binanın inşaatı, Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirmiştir. Ayrıca bir Alman'ın teşebbüsüyle garın önünde mendirek inşa edilerek Anadolu'dan gelecek veya Anadolu'ya gidecek vagonların ticari eşyasını yükleme ve boşaltma işlevi için tesisler yapılmıştır.

İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından hazırlanan proje yürürlüğe girmiş, garın yapımında Alman ustalarla İtalyan taş ustaları birlikte çalışmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında gar deposunda bulunan cephanelere 1917'de yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu binanın büyük bir bölümü hasar görmüştür. Yeniden onarılan bina bugünkü şeklini almıştır. 1979'da Haydarpaşa'nın açıklarında Independenta adlı tankerin bir gemiyle çarpışması sonu meydana gelen patlamadan ve sıcaktan dolayı binanın O Linneman adlı ustanın yaptığı kurşun vitrayları hasara uğramıştır. 1976'da aslına uygun olarak yeniden geniş çapta onarılmış ve 1983'ün sonunda dört dış cepheyle iki kulenin restorasyonu tamamlanmıştır.

28 Kasım 2010 tarihinde çatısında çıkan ağır yangından dolayı çatısı çökmüş ve 4. katı kullanılamaz hale gelmiştir.[1]